Malum Konya Selçuklu Devletinin başşehri idi. Bu yüzden tarihi eser konusunda kadim şehir denebilecek bir kentimiz. Daha önce gitmediğim bir yer idi. Gördüm ki düz bir alana yerleşmiş, yükselti ve girintileri olmayan, son derece rahat gezilebilen, yerleşim planı oldukça iyi olan ve eski tarihi yapıları son derece iyi korunmuş bir şehir. Haliyle tarihi yapısı bol olan yerde tarihi lokanta da bol olur ve biz bunları tespit ettik. Tarihi yapıları gezerken arada bu lokantalarda hem dinlenip hem de lezzetleri tatma imkanı bulduk. Aslında Konya’nın başlığını şöyle de yapabiliriz: “sek et isteyenler için birinci adres Konya şehri”. O kadar çok et lokantası var. 3 günlük bir seyahat sırasında görebildiğimiz kadar tarihi eser ve ziyaret edebildiğimiz kadar tarihi lokanta deneyimimiz oldu. Bu gezide bana eşim Oğuz Erkara eşlik etti.
İstanbul’dan Konya’ya hızlı tren ile gittik. Avrupa ülkelerinde görüp de özendiğimiz trenlerin benzeri bir yapıdaydı. Keşke yurdumuzun her köşesine trenle gidebilsek. Ayrıca trenle seyahatte yolculuk sürecinde de etrafı görerek seyahatin daha bir keyfine varabiliyor insan. Yolculuk 4,5 saat sürüyor. Yolda TCDD tarafından sandviç, çay, kahve ikramı var. Ücretsiz wi-fi mevcut.
Hacı Şükrü Kebap Salonu – 1907
Trenden inince araç kiraladık. Önce Hacı Şükrü Kebapçısında (Meram Şubesi) fırın kebabı yedik. Hacı Şükrü eşimin kitabında da yer alan eski bir dost. Hacı Şükrü 1907 yılında açılan bir işletme. Fırın kebabı ve pidesi güzeldi. Halen 4. kuşak işbaşında. Ana şube Konya merkezde. Öğleden sonra Sille kasabasına gittik. Genelde piknik için tercih edilen bir belde. Turistik olduğu her halinden belli. Ben Bizans eserlerine meraklı olduğum için burası benim özellikle görmek istediğim bir yerdi. Çok güzel bir manastır var. Haghia Eleni Kilisesi. Oldukça iyi korunmuş. Sille’de çok güzel toprak seramik atölyeleri var.
Gazyağcı Furun Kebapçısı – 1891
Aynı gün akşamı başka bir fırın kebapçıya gitttik. Gazyağcı Furun Kebapçısı. 1891 yılında hizmete başlayan işletmede 5. kuşak görevi devam ettiriyor. Konya’ya özgü fırın kebabını başka bir tarihi işletmede de denemiş olduk.
Bolu Lokantası – 1964
İkinci günün sabahına Mevlana Müzesi ile başladıktan sonra öğle yemeği için Bolu Lokantasını tercih ettik. Hem Müzeye çok yakın, şehrin merkezinde, hem tarihi olması, hem de Konya’nın meşhur etli ekmeğini yiyebilmek için iyi bir alternatif. Orayı ziyaret etmeden olmaz. Son derece güzel etli ekmek ve peynirli pide yapıyor. Etlisini çok beğendik ama peynirlisi bana biraz tuzlu geldi. Biraz tereyağı da üstüne konmuştu. Mutlaka bir çok kişiye hoş geliyordur ama bana birazcık ağır geldi. Ama lezzeti gayet yerindeydi. Sunumu iyiydi. Servisi hızlıydı.
Kurucu Kazım Ağa – 1955
Öğleden sonrayı Konya sokaklarını ve Alaaddin Tepesi civarını keşfederek geçirdik. Alaaddin Cami tadilattaydı. Dışından ve içinin bir kısmını görebildik. Akşam yemeği için yine merkezde bir mekan olan Kurucu Kazımağa lokantasını seçtik. Son derece lokal, samimi bir lokanta. Buranın speciali kuru fasulye. Ayrıca et sevenler için kavurma seçeneği de mevcut. Pilav var ve yanında yine soğan var. Genel tercih bu şekilde oluyor ama yenilen etin lezzeti ve pişiriliş şekli son derece güzel. Oranın halkı tabi bu tarz yeme usulüne oldukça alışmış görünüyor.
Ali Baba Fırın Kebabı – 1974
Üçüncü günümüzde Karatay Medresesi, Arkeoloji Müzesi ve diğer tarihi yerleri gördük. Öğle yemeğini yine bir fırın kebapçıda yedik: Ali Baba Fırın Kebabı. Baba oğul birlikte çalışıyorlar. Tarihi bir lokantanın kurucusu ile tanışmak bizim için büyük keyif. Et burada da çoğu yerde olduğu gibi sadece soğan, pide ve ayran ile servis ediliyor. Bir başka şey de çoğu yerde elle yenildiğini gördük. Mesela Ali Baba lokantasında da çatal servisini bize sorarak yaptılar. Gazyağcılarda ise bıçak vermemişlerdi. Genel olarak oranın halkı bu şekilde yiyor. Lavabo sayısı oldukça fazla. Arada bir ellerini yıkayabiliyor, ya da yemeden önce ellerini iyice yıkayıp ondan sonra yiyor. Bu şekilde bir usül söz konusu. Eşim Ali Baba’nın pidesini daha çok beğendi diğerlerinden. Ben birazcık dikkat ettiğim için pidelere fazla dokunmadım. Soğan da zaten biraz dokunuyor. Onu da yemeyince sırf et yedim. Bu da bana biraz dokundu o ayrı.
Diğer tarihi lokantalar
Konya’da ismini duyupta gidemediğimiz diğer tarihi lokantalar da şunlar:
- Meşhur Kebapçı Dedeler – 1929
- Kabakçı Lokantası –
- Çini Ali – 1922
- Abacı Etli Ekmek – 1945
Genel olarak çevredeki esnaftan bahsedersek, esnaf son derece ilgili, alakalı, davetkar, misafirperver. Bir soru bile soracak olsanız mutlaka yardımcı olmaya çalışıyorlar. Özellikle Selçuklu eserlerinin iyi korunduğunu gördük. Bu da bizi memnun etti. Yine o bölgeye ait görsel sanatlar özellikle seramik çalışmaları ve bunları yapan çok güzel atölyeler gördük. Hepsi son derece güzeldi.
Tabi Mevlana bir başka güzel. Zaten Konya’da dikkat çeken yani oraya gidilmesine neden olan şey Mevlana ve öğretileri. Mevlana Müzesi hiçbir bilgisi olmayan bir kişinin de anlayacağı şekilde açıklamalarla düzenlenmiş, huzur dolu bir mekan. Çevresinde turistik olarak gezebileceğiniz bir çok dükkanlar mevcut. Yani Anadolu’da görülmesi gereken önemli şehirlerden biri olduğunu düşünüyorum. Hatta sakin hayat tercih eden kişilerin bu bölgede çok rahat yaşayabileceğini düşünüyorum. Bir de Konya’nın tam şehir merkezindeki Alaaddin Tepesi’nin son derece sakin bir atmosferi var. Zaten fazla insan kalabalığı olmadığını, insanların genel olarak bir yere yetişmeye çalışmadığını ve huzurlu olduklarını görmek bir İstanbullu için çok güzel. Alaaddin Tepesi gibi bir yerin de olması, orada gidip bir çay içip istediğiniz kadar oturabilme imkanınızın olması son derece güzel bir imkan bir büyükşehir için.